Ego güvenlik, ruh ise yaşamak istiyor. İnsan yaşamı boyunca bu ikisinin arasında gidip geliyor ve kararlarını bunlara göre alıyor ya korkudan güvende kalmak isteyerek ya da yaşamdan kaçılmayacağını anlayıp cesaret ile korkunun ötesine geçerek bir yaşam seçiyor. Şu gerçek ki acısız öğrenilmiyor...geçen gün katıldığım çok derin constellation’dan beri kendimi sürekli teslimiyet ve güç arasında denge için dua ederken buluyorum 🙏 kontrolümüz dışında olan bizi zorlayan, her gün ardı ardına gelen şeyleri kabul edebilmek ve olanlarla başa çıkabilecek güç dilerim yolda olan herkese🙏hayat bir süreç, bizler birer süreciz, evren bir süreç. kendi sürecinize/sürece güvenin/güvenelim ✨
Dünkü blog yazımdan sonra bu sabah güneş doğarken büyülü kanyonda yürürken fotoğrafta gördüğünüz karşıma çıkan bu “kaşif” ya da “gezgin” beni hiç şaşırtmadı, kendi kendime “al sana işte hic bir şey tesadüf degile bir örnek daha” dedirtti. O da benim gibi sürüden/klanindan/ailesinden ayrılmış yollarda , o da benim gibi “risk” almış. Bununla ilgili okudugum en guzel kitaplardan biri olan “The Clan of the Cave Bear” kitabindaki kahramanin hikayesi de kendiminkiyle cok benzerhep başkalarını hoşnut etme, sevilme, onaylanma ve topluma uyum sağlama arzusuyla, gelişme, ustalaşma, başarma kapasitesinin sinirlarini zorlama arzusu anlatiliyor kitapta. İsmi Ayla olan kahraman yalniz kaldigi vadide kendine yeni aletler icat eder, bir ati ve magara aslanini ehlilestirir ve yeni sifali bitki karisimlari dener, farkli giysiler yaratir ve sacina farkli sekiller verir. Tek basina hayatta kalabilecegini kesfetmesi onu ozgurlestirerek aynı zamanda yaratici & yeterli olmasina yardimci olmustur + kendisinin de gurur duyulacak biri oldugunu keşfeder. Bu cocuk kitabı okumamis olanlar varsa çok tavsiye ederim. Meksika ile Türkiye arasındaki saat farkı nedeniyle bazi eski alışkanlıklarımı yenileriyle değiştirmek zorunda kaldım. Bazı günler sabahlarıma Uruguaylı gazeteci, yazar Eduardo Galeano'nun "Ve Günler Yürümeye başladı" kitabından o güne ait hikâyeyi okuyarak başlamayı seviyorum. Kitabin orijinal İspanyolca adi "Los Hijos de Los Dias", İngilizceye çevrilmiş adi ile Children Of The Days - a Calendar of Human History.
Kahire'deki olayların şiddetlenmesi nedeniyle aniden almak zorunda kaldığımız İstanbul'a yeniden dönme kararı nedeniyle mutsuz günlerimden kalan eski bir alışkanlık. Kendimi hayalkirikligi ve inatla eve kapadığım, benim için o karanlık, kasvetli İstanbul sabahlarında Türkiye'de en sevdiğim radyo istasyonu olan Açık Radyo'yu dinlemek bana ilaç gibi geliyordu. Tam başka dünyaları yeni kültürleri, iklimleri, tatları, çeşitliliği, gerçek zenginliği ve aynı zamanda iç dünyamı keşfetmenin tadını almışken İstanbul'a mecburi dönüşümle kendimi yeniden altın kafese kapatılmış bir kus gibi hissetmiştim. İlk baslarda kalbimi acmakta zorlandigim, kimi zaman küçümsediğim, pis bulduğum Mısır'da tam bilinmeyenden korkumu yenip, tam önyargılarımın, egomun ötesine geçebilip, kafesin dışında çıkmaya cesaret kazanıp uçmayı öğreniyordum ki kendimi yeniden o eskiden hapsolduğum kafesin içerisinde buldum üstelik etrafımda beni anlayan insan sayısı da çok azdı, babam hayattayken sıklıkla hissettiğini söylediği kalabalığın içinde kendini yalnız hissetmenin ne demek olduğunu sonunda anlamış oldum. Üniversite yıllarımda zorla okuduğum, şimdilerde ise çok ilgi duyduğum Carl Jung ’a göre, insan kişiliği kuşaktan kuşağa genetik olarak aktarılmış ve de yaşanan deneyimlere göre şekillenen kalıplar/şablonlar içerir. Jung'cu yazarların kitaplarından öğrendiklerim kadarıyla arketip denilen bu kalıplar evrenseldir yani bu arketipler insanlığın kolektif bilinçaltının yansımasıdırlar. Jung'un 12 efsanevi karakter arketipi var (Bilge, Masum, Kâşif, Hükümdar, Yaratıcı, Bakıcı(caregiver), Kahraman, Asi, Aşık, Yetim, Sihirbaz, Soytarı). Bu arketipler yolculuğumuzun farklı zamanlarında, çoğunlukla zorlandığımız anlarda aktive oluyorlar. Ben arketipleri bilinçaltımı genişletmek için kullanıyorum ve çok yardımcı buluyorum. Meksika'nın ve burada deneyimleyerek öğrendiklerimin faydaları saymakla bitmez, alet cantam bir suru yardimci aletle doluyor, kendi kendimin terapisti, shamani, ilaci olmasini ogreniyorum. Köklerime inip atalarımla, Dünya Ana ile, Bütün ile, bir zaman bir şekilde kopmuş olan ya da belki de hep ruhumun derinliklerinde olan, ama daha önce hiç derinlere bakmadığım için hiç iletişimimin olmadığı bu bağı aktive etmek duygusal, zihinsel, bedensel ve ruhsal olarak çok sifalandirici, yükseltici ve özgürleştirici. Şimdiki bilincimle geriye donup baktığımda Kahire'ye taşınarak yuvadan ilk kez uçuşumla, ilk kez "güvenli alanımın" dışarısında yaşamaya başlamamla birlikte içimdeki Kâşif arketipinin aktive olduğunu çok net görebiliyorum. Sonradan öğrendiklerime göre Kaşif'in en büyük arzusu dünyayı keşfederek kim olduğunu bulma özgürlüğü; sloganı "beni içeri kapatma"; en büyük hedefi daha tatmin edici, daha özgün daha anlamlı bir yasam; en büyük korkusu bir yere sıkışıp kalmak ve geleneksel değerlere yenik düşmek. Eduardo Galeano'nun kitabındaki bugün (14 Aralık) icin ayrılan sayfada şunlar yazıyor: "1974'te Meksika başpiskoposu Alonso Nuñez de Haro, Peder Servando Teresa de Mier'i kinayan ceza hükmünü imzaladi. Peder Servando, Meryem Ana'nın Meksika'yı ziyaretinin yıl dönümünde başpiskopos ve kraliyet dinleyici üyelerinin önünde vaaz vermişti. Bir vaazden daha ziyade bir gülleydi sanki. Peder Servando Meryem Ana'nın Aztek tanrıçası Tonantzin olmasinda ve Havari Thomas'ın da yerlilerin taptığı tüylü yılan Quetzalcoatl olmasında hiçbir rastlantısal veya tesadüfi bir şey olmadığını söyleme cesaretinde bulundu. Böyle bir skandal yaratıp, böyle bir küstahlık yaptığı için felsefe doktor unvanından, öğretmekten, vaaz vermekten men edildi ve İspanya'ya sürgüne gönderildi. O andan itibaren yedi kez hapise atıldı, yedi kez kaçtı. Meksika'nın bağımsızlığı için calisti, İspanyollara karşı vahşi ve komik saldırılar yazıp sömürgecilik ve askeri yapılardan kurtulmuş bir cumhuriyet vizyonu, Meksika ulusunun kendi kendisinin lordu ve efendisi olacağı zamanlar hakkinda eserler kaleme aldı." Bir gün papaya yetişmeyen bir yere taşınırsak onu çok özlerim diye düşünürken🧡hemen babamın sesini duyar gibi oldum “annenin karnından papaya’yla mı doğdun”😅zamanında İtalyan yemekleri kursuna gittiğimde “ileride kocana her gün porçini mantarlı risotto ve tiramisu mu yedireceksin, git Osmanlı mutfağını, İstanbul mutfağını öğren önce” diyerek çok dalga geçmişti benimle. Tabi nerden aklına gelsin İtalyan asıllı biri ile evleneceğim🥰
Duyduğum kadarıyla papaya Türkiye’de de yetişiyormuş artık🙏Belki ana vatanı Güney Meksika ve Orta Amerika olan bu tropikal meyve ile büyüyen çocuklar da vardır Türkiye’de. Ben çocukken muz bile “lüks” kategorisindeydi, babamın çocukluğunda babam Maçka Ilkokulunda öğrenciyken okula muz götürmeye utanır, çekinirmiş herkes alamıyor, yiyemiyor diye...her salı babababamı ziyarete bize öğle yemeğine gelen kuzeni Malik amca bize hediye olarak hep muz getiridi, babababam hep ona “ne gereği var bu kadar masrafa, bizi mahçup ediyorsun” derdi. Türkiye’ye son geldiğimde avokado fiyatlarını görünce göz bebeklerim yerinden fırlayacaktı, burada avokado, papaya vb sebze meyveler nerdeyse sudan ucuz🙏 M ile tanistigimiz andan itibaren sanki derinlerde bir yerlerde ileride seyahat edemeyeceğimiz günlerin geleceğini bilir gibi dünyayı “aceleyle” gezdik durduk. Kimi zaman ben onu kendi sevdiğim yerlere götürüp yeni tatlar tattırdım kimi zaman da o. Kimi zaman da ikimizin de “yabancı” olduğu yerleri beraber ”keşfettik”. İkimiz de şu an dunyada herkesin oldugu durumda evimize kapanmis otururken eski fotoğraflarımıza bakıp “iyi ki” diyoruz.
Bu fotoğraf M’in 10 sene yaşayıp çalıştığı neredeyse her karışını bildigi NYC’de onun en sevdiği mekanlardan biri olan Cafe Habana’nın önünde çekilmişti. Buranın hikayesini sahibinden dinlediğim an kalbimde en sevdiğim yerler listesine eklenmişti, hala da orada durur. Bilmeyenler için: Cafe Habana'nin hikayesi de bizimkisi gibi bir aşk hikayesi- insanları bir araya getirme aşkı, insanları otantik Latin yemekleri ile besleme aşkı, topluma, sanata ve çevreye aşk, yapilan isi eğlenerek yapmanın aşkı. Umarım içinde olduğumuz bu zor günlerde işini aşkla yapan, insanlara ve dünyaya aşk yayan, aşk bulaştıran tüm bu “küçük” “özel” “aile” “bağımsız” işletmeler (İngilizcedeki mom and pop) ayakta kalabilir. Umarım bir gün bütün bunlar geçtiğinde yeniden böyle yerler keşfetmeye devam edebiliriz. Evrenle en keyif alarak oynadigim oyunlardan biri ondan yoluma işaret ve mesajlar cikarmasini istemek ve tabi bunlari görmeme, fark edebilmeme ve doğru algılamama da yardim etmesini istemek çünkü bu oyunu senelerdir oynadığım halde ancak yeni yeni tam nasıl oynandığını kavradığımı itiraf etmeliyim. Evren’in bugün karşıma çıkardığı mesaj : “Büyük Düşün” Üzerinde düşününce, büyük düşünmekten oldum olası korktuğumu fark ettim. Öyle şartlanmış zihnim senelerce, etrafın da etkileriyle (aile, arkadaşlar, okul, iş, yaşadığım toplum) İçerideki çocuk sanki hep gücünü eline almaktan korkmuş, korkutulmuş, hep dışa dönük yaşayıp dışarıdan onay, takdir, sevgi ve saygı bekleyip kendini yetersiz görmüş, kendini yeterince sevmemiş, “başarısızlıktan” korktuğu için çoğu şeyi denemeden vazgeçmiş. Yuvadan göçüp, dünyaya açılıp, bilmediğim tanımadığım coğrafyaları ve kendi özümü keşfetme yolculuğuna çıktığımdan beri sonunda onca sene güvenli ortamımdayken okuduğum kişisel gelişim ve spiritüel kitaplarda tam olarak ne denmek istendiğini şimdi korkularımla tek tek yüzleşip onların ötesine geçmeye çalışırken anladım/anliyorum. Çünkü düşüncelerimi, kalıplarımı artık (çoğu zaman) fark edebilir ve onları eyleme dönüştürmeden anında müdahale edebilir oldum. Evet gerçekten de aklımızdan geçen her düşüncenin bir gücü var ve düşünce yasası denen şey çok esasında çok basitmiş. Güzel haber: Hepimiz düşüncelerimizi tam olarak kontrol etme yeteneğine sahipiz. Düşüncelerimiz çevremizde olup bitenlerden etkilenebilse de onların etkilenmesine izin verip vermemek bizim seçeneğimiz. Hele hele içinde bulunduğumuz şu garip zamanlarda düşüncelerimizi sık sık kontrol etmek yapmamız gereken en önemli günlük görev bence. #piensaengrande #thinkbig #buyukdusun I love tapping into my creativity, I find it very healing.
Crochet is one of my favorite therapies since we moved to Egypt, since I started living out of my country. One of my favorite Zen Masters decribes it so beautifuly: “Be concentrated on every stitch...as you are concentrated on your breathing. ‘Concentration,’ we say, but that is not actually [the] point. The actual point is - real point is to become one with what you do, to become one with your practice...you should try to be concentrated...on each stitch, and someday you will understand what does it mean. Not immediately [laughs].” - Shunryu Suzuki "Sadece barışı/huzuru sağlamak için anlaşmak, birseyleri kabul etmek esasinda bir travma tepkisidir. Bunu yaptığınızda kendi sınırlarınıza saygısızlık ediyorsunuz. Artık başkalarının rahat hissetmesi için kendinizi rahatsız etmek yok. Artık kontrol sizde. Kendi hayatinizi kendiniz yönetiyorsun. Yer açın ve sesinizi kullanın."~ DJ Love Light
"Agreeing to things just to keep the peace is actually a trauma response. When you do this you're disrespecting your boundaries. No more making yourself uncomfortable for others to feel comfortable. You have control now. You run your life. Take up space and use your voice." ~ DJ Love Light |
|